Meydanda hatırı sayılır sayıda Kara Elf toplanmıştı. Çocuklar hariç köydeki herkesin burada toplanmış olması muhtemeldi.
Görünüşe göre bu meydanı toplantı yapmak için de kullanıyorlardı.
Ancak, her ne kadar meydan dense de burası bir Kara Elf köyü olduğu için havadaydı. Ağaçlardan uzanan köprülerle sabitlenmiş dev bir tepsiyi andıran bir yerdi. Yağmur yağdığında kullanılamayacak bir yere benziyordu, fakat köyde bir toplantı salonu yoktu; bu kadar insanı alabilecek bir Elf Ağacı mevcut değildi. Belki çok daha az kişi oldukları zamanlarda bunu Elf Ağaçlarından birinde yapmış olabilirlerdi, ama bu muhtemelen şu an sorması gereken bir şey değildi.
Ainz toplantıya bir danışman olarak katılıyordu.
Açıkçası bu rolü reddetmek istiyordu.
Bu tür bir sorumluluk getiren bir pozisyonu var gücüyle geri çevirmek istiyordu. Zaten en başta, bu getirisi olmayan rolden memnun olacak herhangi biri var mıydı ki?
En arzu edilen şey bir gözlemci olarak katılmaktı, ama karşı taraf onun bir danışman olarak katılmasını istemişti. Toplantının konusu Ainz’in de ilgisini çektiği için tereddüt etmiş, kararsız kalmış ve o şaşkın hâldeyken başıyla onaylayıvermişti.
İlgisini çeken şey, her şeyden önce, sonuçtu. Ne tür bir sonuca vardıklarını bilmekle bilmemek arasında büyük bir fark vardı.
Sonra, kim lehte, kim aleyhteydi? Tartışmalarını ne tür bir atmosferde yürüteceklerdi? Bilmek istediği şeyler —sadece duyarak anlayamayacağı şeyler— bu tür bir toplantının tutanaklarını okumakla öğrenilemezdi. Bu toplantıdan köyün ortak kararı olarak bir sonuç çıksa bile bundan memnun olmayan veya bunu kabul edemeyen insanlar muhtemelen olacaktı. Bundan sonra köyle ilgili ne yapacağına karar vermemişti, fakat Nazarick’e zarar getirecek olanları ortadan kaldırma yoluna gitmek fena bir fikir olmazdı. Eğer Nazarick’e faydalı olurlarsa onları teker teker yanına alırdı.
Eğer Albedo ya da Demiurge olsaydı, toplantıya katılmadan her şeyi çıkarabilirlerdi, ama Ainz gibi sıradan biri için bunu yapmak zor olurdu.
Toplanmış Kara Elflere bakarken Ainz aniden “Ainz Ooal Gown”daki zamanlarını hatırladı. Örneğin, yüzlerin hareket etmediği sanal bir dünyada bile bir toplantının atmosferi açıkça hissedilirdi.
Ne olursa olsun, bu hiçbir zaman o kadar da büyük bir mesele değildi. Her şeyin oy çokluğuyla kararlaştırıldığı o toplantılarda ortamı okuma yeteneği o kadar da önemli değildi. Ancak, durumun burada böyle olmadığı muhtemeldi.
Bu pozisyonda olmak beklenmedik bir şekilde işe yarayabilir… Ortasında ayrılır ve oy kullanma hakkımdan feragat edersem hiçbir şeyin sorumluluğunu almam gerekmez, hem zaten bir toplantıda danışmanlık yapma konusunda zerre tecrübem de yok.
Dobra dobra söylemek gerekirse, Ainz toplantılar hakkında pek bir şey bilmiyordu. Elbette daha önce kendisi de katılmıştı, ne de olsa Suzuki Satoru çalışan bir yetişkindi. Bir şirketin hiç toplantı yapmaması nadir görülen bir durumdu. Ancak, katılsa bile tek bir oyunun hiçbir değeri yoktu. Bunlar sadece adı toplantı olan, yukarıdan gelen emirleri almak için yapılan şeylerdi. Bu yüzden onlara karşı hisleri gayet doğaldı. Bu nedenle sadece katılıyordu, hepsi bu.
Peki, bu dünyaya geldiğinden beri durum nasıldı?
Nazarick Büyük Yeraltı Mezarlığı’ndaki toplantılar Ainz için cehennem gibiydi.
Çünkü hükümdar Ainz’in görüşleri, ne kadar yanlış olursa olsun daima doğru kabul edildiğinden, yanlış bir şey söylemesi imkânsızdı. Ancak Muhafızlar, Ainz’i mutlak hükümdarları ve —nedense— her şeyin içini gören bir dâhi olarak tanıdıklarından, sürekli onun fikrini soruyorlardı. Bu ağır sorumluluk, Ainz’in ruh sağlığının bozulmasının ana nedenlerinden biriydi.
Nazarick’te benim fikrim her zaman öncelikli olduğundan, toplantıların nasıl yürütüldüğüne dair faydalı bilgiler edinebilsem ne hoş olurdu. Bu toplantıda, mutlak hükümdarın ne düşündüğüne dair tahmin yürütme yok.
Elde etmek istediği ve aradığı şeyleri Ainz’in kelimelere dökmesi zordu. Yine de, bilgisini genişletebilecek bir şey varsa onu elde etmek istediğini düşündü.
Sonunda, İhtiyarlar göründü.
U şeklindeki kalabalığın merkezinde duruyorlardı; sağlarında ve sollarında, toplantıya sonradan dâhil olmuş gibi görünen muhtelif Kara Elf grupları vardı. Ainz’in konumu, İhtiyarların durduğu yerden biraz ayrı bir noktadaydı.
Hımm, evet, dürüst olmak gerekirse başarısız oldum. Geçici ustanın evinin etrafında takıldığımdan bu köydeki Kara Elflerin arasındaki ilişkileri tam olarak kavrayamadım…
Köylülerin bu toplaşmasında bile öylesine selamlaştığı insanlar kadar adını sanını bilmedikleri de vardı.
Ainz sadece bu köyün VİP’leri hakkında istihbarat toplamaya çalışmıştı. Ancak, o insanların merkezinde yer alan ilişkiler ağının neye benzediğini bilip bilmediğini sorsanız pek de bilgili sayılmazdı.
Bununla birlikte, neden elden bir şey gelmediğini açıkça izah etmişti. Dahası, çok çabalayıp onlarla ilişkiler kurmuş olsaydı bile bu kadar kısa sürede tüm samimiyetleriyle onunla her şeyi konuşacak kadar yakınlaşamazdı.
Yetişkinlerin… ne de olsa bir sürü meselesi oluyor. Çocuklar için durumun böyle olmadığına inanmak isterim ama…
Ainz’in bu tür konulardaki sığ bilgisine göre, katılımcıların bu şekilde dizilmesinin belirli bir anlamı yok gibiydi.
Herkesin birer yaka kartı olmasını dilerken, Ainz şimdilik ciddi bir ifade takınmak için yanılsama büyüsü kullandı ve toplantının başlamasını bekledi.
“O hâlde, başlayalım,” dedi İhtiyarlardan genç olanı. “Sanırım hepiniz bunu bir başkasından duydunuz. Ancak, neyin gerçek olduğunu belirlemek adına, müsaadenizle bir kez daha açıklamama izin verin. Bugün bu köye Elf Kralı’ndan bir ulak geldi. Kuzeydeki insan ülkesinin Kraliyet Başkenti yakınlarında bir saldırı başlattığından bahsetti. Bu—”
Pek çok göz Ainz’in olduğu yöne döndü.
Şüphesiz, Baş Eczacı’nın evine gelen kişiyle aynı şeyi düşünüyorlardı. İşte bu yüzden derhâl inkâr etmesi gerekiyordu. Garip yanlış anlaşılmalara kapılmaları son derece sakıncalı olurdu.
“—Affedersiniz,” diyerek elini kaldırdı Ainz. Öyle bir kuralları yok gibiydi, ama İhtiyar’ın sözünü kestiği için en azından bu kadarını yapmalıydı. “Her ihtimale karşı şunu belirteyim. Bu, benim geldiğim ülkeden farklı bir ülke. Saldıran ülke, yalnızca insanlardan oluşan bir ülke; Elflerin köleleştirildiği tek ırklı bir devlet.”
“Köle” kelimesine karşılık olarak kalabalıktan birkaç nefret dolu ses yükseldi. Hemen ardından “biliyoruz”, “elfler” ve daha az önemli başka şeylerin fısıltılarını duydu. Anlaşılan, toplantılarında fikirlerin oldukça özgürce ifade edilmesine izin veriliyordu.
“Yaşadığım ülke, daha önce de söylediğim gibi, çeşitli ırkların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Kanunlarla korundukları için ne düşmanlık ne de zulüm vardır… Ah! Yani, ırkları yüzünden hedef alınmazlar. Çok fazla suçlu yok, ama hiç olmadıkları da söylenemez, bu yüzden tehlikeli yerlerde dolaşırsanız belki… Böyle bir şeyin olmayacağını kesin olarak belirtemem. Sözünüzü kestiğim için özür dilerim.”
Ainz başını hafifçe İhtiyar’a doğru eğdi, o da aynı şekilde karşılık verdi.
“Yani başka bir ülkenin saldırısı nedeniyle, Kara Elflerden de asker göndermelerini talep ettiler.”
“Bu bir talep değildi!” diye bağırdı gençlerden biri, sesindeki nefret barizdi. “Bu, ‘gönderin’ diye verilmiş bir emirdi.”
Kısık da olsa, oradan buradan onaylayan sesler duyulabiliyordu.
İhtiyarlar da onları hemen durdurmaya çalışmadı. En azından, muhtemelen aynı görüşü paylaşıyorlardı.
“O hâlde ne yapmalıyız? Bunu tartışmamız gerektiğini düşünerek bu toplantıyı düzenledik. Bu köyden çıkacak ortak kararı diğer köylere götürüp onlarla da müzakere etmeyi niyetindeyiz. Bu nedenle, bizim görüşümüzün olduğu gibi tüm Kara Elflerin görüşü hâline gelmeyeceğini anlamanızı rica ediyoruz. Ayrıca, bu köyün görüşünü diğer köylerle yapacağımız görüşmelere götürsek bile, sadece kabul edilmemekle kalmayıp, duruma göre bir sonuca varamayabiliriz bile.”
Bu İhtiyar’ın sözlerine bir diğeri devam etti.
“—Hayır, bunun olma ihtimali epey yüksek. Herkesin birbirini tanıdığı bu köyün bile bir anlaşmaya varamaması ihtimali var. Bunun sonucunda, geçmişte bir kez yaşandığı gibi Kara Elflerin bölünüp birbirlerinden ayrı yaşamaları söz konusu olabilir,” dedi İhtiyar, sadece bir anlığına Ainz’in olduğu yöne bakarak. “Fikir ayrılığı yaşamak kesinlikle kötü bir şey değildir. Ancak, kişinin kendi görüşlerine hapsolmayıp bunları köy içindekilerle paylaşarak her türden fikir edinebiliriz. Ayrıca eylem rotamızı belirlemek için olaylara daha geniş bir perspektiften bakmanın da gerekli olduğuna inanıyoruz.”
Bu nasıl işleyebilir ki? Bir Lonca Lideri olarak tecrübesi olan Ainz, bunu yapmayı hayal bile edemiyordu.
Bir organizasyon liderinin, herkesin istediğini yapmasına izin verme ve görüşleri birleştirmeme fikrini desteklemesi yanlış olurdu.
Eğer bir loncanın üyeleri, kabul edemedikleri veya hoşlarına gitmeyen sebeplerle loncanın kararına karşı çıkarsa, o zaman en başta lonca denen organizasyonları kurmanın bir anlamı kalmazdı, değil mi? Güç elde edebilmelerinin sebebi tam olarak birleşik olmalarıydı; bölünmek herkesi ezilmek için iyi bir hedef hâline getirirdi.
Ne var ki, Ainz bu şeylerden hiçbirini söylemedi.
Bu koşullar altında, kendi fikrinin doğru olduğunu düşünen bir yabancının bunu onlara dayatması iyi olmazdı. Farklı bir açıdan bakıldığında, bir yabancının size bir görüşü zorla kabul ettirmesi nasıl hissettirirdi?
Üstelik, Büyük Ağaç Denizi gibi tehlikeli bir yerdeki yaşam, kendi kaderini tayin etme fikrini vurgulamalarının sebebi olabilir.
Burada sadece bir haftadır yaşamasına rağmen Ainz, öz sorumluluk fikrinin Kara Elflerde insanlara kıyasla daha güçlü olduğu izlenimini edinmişti.
Düşününce, kim bilir kaç on veya yüz yıldır geliştirilmiş olan bu düşünce tarzının tek bir yabancının görüşleriyle değiştirilmesinde pek çok sorun var gibiydi.
Birincisi—
—Kara Elflerin dağılması Nazarick’in yararına olmaz mıydı?
“İşte bu sebeple dış dünyayı bilen onun katılmasını sağladık.”
Konu aniden değişince, kendi düşüncelerinin tutarsızlığında kaybolan Ainz, hafifçe başını sallayarak onayladı.
“Bir faydam dokunur mu bilmem ama bilgeliğimin elverdiği kadarını ortaya koyacağım.”
“OOO!” Duyulan hayranlık dolu seslerin arasından bir Kara Elf onlara bir soru yöneltti.
“Peki, İhtiyarlar ne yapmayı düşünüyor? Bu köyde asker diye bir şeyimiz olmamasına rağmen birilerini mi göndereceğiz?”
“Bu görüşe katılıyoruz. Henüz bir Kara Elf köyünün saldırıya uğradığını kesinlikle duymadık, ama bu sadece şu an için saldırıya uğramadıkları anlamına gelebilir. Sanırım hepiniz biliyorsunuz, köyümüz Elf Ülkesi’nin eteklerinde yer alıyor ve güneydoğu ucunda bulunduğu için, eğer düşman köylere sırayla saldırıyorsa bu köy en sona kalır, değil mi?”
“Elfleri yok ettikten sonra biz Kara Elfler de güvende olmayabiliriz. Eğer durum buysa, işbirliği yapıp onları geri püskürtmeliyiz.”
“…İşte asıl soru da burada, İhtiyarlar. Sırf Elfler saldırıya uğruyor diye Kara Elflerin de saldırıya uğrayacağı anlamına gelmez, değil mi?”
Bu kesinlikle doğruydu. Ainz’in —Nazarick’in— araştırmalarına göre, Kara Elflerin köle olarak satıldığına dair hiçbir kanıt yoktu.
“Ve aksine, eğer Elflerin yanında yer alıp savaşa katılırsak, insan ülkesi bu kez Kara Elfleri düşman olarak görebilir. En başta, insan ülkesine karşı savaşıp kazanabilir miyiz ki?”
Ortamda bir uğultu yükseldi.
Makul bir soruydu.
Düşman, Kraliyet Başkenti’nin civarına kadar sızmıştı. Bu noktadan sonra dramatik bir geri dönüş yapmak oldukça zor olurdu. Mantıken düşünüldüğünde, zafer ihtimalleri düşüktü.
“Ben İhtiyar’ın görüşünü destekliyorum,” dedi bir Kara Elf rahatsız bir şekilde. “Melon. Geçmişte bu ormana sığındığımızda Elfler bizi kabul etti. Bu iyiliğin karşılığını verme gereği duymuyor musun?”
Az önce soruyu ortaya atan Melon adlı Kara Elf, cevap vermek için acele etti.
“Hayır, bahsettiğim şey bu değildi. Savaşmak ya da savaşmamak tek seçeneklerimiz değil, değil mi? Mesela, neden Elfleri de yanımıza gelip kaçmaya davet etmiyoruz? Bu orman hâlâ çok büyük. İnsan denilenlerin ne tür yaratıklar olduğunu bilmiyorum ama bu ormanda yaşamada bizden daha yetenekli olmaları pek olası değil. Kaçarsak, peşimize düşmeyebilirler… Ve işler sarpa sararsa, çok uzaktaki bir ormana göç etme imkânımız da var… Ayrıca, insanlar neden Elflere saldırıyor ki? İlk saldıranların Elfler olma ihtimali yok mu?”
“…Eğer olan buysa, ektiğini biçersin.”
Bunu fısıldayan Baş Eczacı’ydı. Kısık bir sesti ama herkesin duyabileceği kadar yüksekti.
“…Gerçekten de, Elf ve insan ülkeleri neden savaşıyor? İnsanlar da mı bu ormanda yaşıyor?”
İhtiyar, Ainz’e yardım ister gibi baktı.
“—Hayır, en derin özürlerimi sunarım ama savaşın sebebini bilmiyorum. Daha ziyade, insan ülkesinin bu kadar derine nüfuz ettiğini ilk kez duyuyorum. Ancak insan ülkesinin Büyük Ağaç Denizi’nin dışında olduğunu biliyorum. Bunun hiçbir surette bir varoluş mücadelesi olduğunu sanmıyorum.”
“Öyle miydi? Bu orman, hakkında her şeyi bilmemiz için fazla büyük ve bu da dış dünyanın ondan bile daha büyük olduğu anlamına geliyor sanırım… Peki sizce ne yapmalıyız?”
Ne? Bunu bana, bir yabancıya mı soruyorsunuz? Ne garip bir durum. Şimdilik, Kara Elflerin mutlak surette isteyeceğim ırklardan biri olduğu söylenemez…
Elf Ağaçlarının varlığı ve Baş Eczacı’nın bilgisi istediği şeyler arasındaydı fakat bunlar onları mutlak surette istemesi için yeterli bir teşvik değildi.
…Ama ne de olsa ölmelerini istemiyorum. Konuşmayı yalan söylemeden, ölmeyecekleri bir yöne çekmem yeterli.
Aura ve Mare’nin yüzleri zihninde belirdi.
Onlar için her şeyin yolunda gidip gitmediğini bilmiyordu ama birlikte oynadıkları çocukların öldüğünü duyarlarsa üzülebilirlerdi.
Ainz kısa bir an düşündü ve cevabını buldu.
Evet. Bu sefer herhangi bir sunum materyali bile hazırlamadığım için onları bu durumdan çıkarmak imkânsız.
Aceleyle bir sürü açığı olan bir plan yaptı; bunun bir felaketin tohumlarına dönüşmesinden kaçınmak istiyordu. Durum buysa onlara dürüstçe ne düşündüğünü söylemeliydi.
“Öncelikle, bir minnet borcunuz varsa buna ihanet etmek iğrençlik olur. Başınıza tekrar bir şey gelecek olursa Kara Elfler güvenilmez bir ırk olarak kabul edilir ve kimse size yardım etmez.”
İhtiyarlar başlarını sallayarak onayladı.
“Diğer yandan, zafer garantisi—Elflerin inandığı değil, hepinizin soğukkanlılıkla topladığı bilgilere dayanarak söylüyorum—var mı? Eğer cevabınız hayır ise hepinizin savaşmaya gitmesinin bir çılgınlık olmasından başka söyleyecek bir sözüm yok.”
Gençler başlarını sallayarak onayladı.
“Dolayısıyla, iş bana kalsaydı bu seçeneklerin hiçbirini kullanmayan bir yolu seçerdim.”
Herkesin yüzünde merak dolu ifadeler belirdi. Herkesin bakışlarını üzerinde hissederken Ainz, YGGDRASIL’de loncalar arasında anlaşmazlıklar çıktığı zamanları hatırladı. Kim kazanırsa kazansın kârlı çıkmak için her iki tarafa da katıldıkları bir strateji yürütürlerdi.
Aynı tür durumlar için daha da pis taktikler vardı ama Ainz ve arkadaşları bu stratejileri sadece o zamanki koşulları yüzünden kullanmışlardı; Kara Elflerin bunları şu anda kullanması kesinlikle mümkün değildi.
“İlk olarak, her köy takviye olarak birkaç kişi gönderir. Bu kişiler muhtemelen savaşta ölecektir ama yine de onları göndereceksiniz. Elfler takviye sayısının azlığından kesinlikle şikâyet edecektir ama ‘köyün korunmasını da göz önünde bulundurduğumuz için ancak bu kadar kişi gönderebildik’ gibi bahaneler sunarsanız muhtemelen Elfler bile daha fazla bir şey söyleyemez. Takviyeleri göndermenizin sebebi aşağı yukarı budur. Bu esnada geri kalan halk tahliye olur.”
Ainz açıklamasını bitirdiğinde, yer yer “Anlıyorum,” sesleri duyuldu. Aynı zamanda “bu biraz alçakça değil mi?” diyenler de vardı. Ancak görünüşe göre bu fikre sıcak bakanların sayısı epey fazlaydı.
“Şehirli bir Kara Elf’ten bekleneceği üzere. Bizim aklımıza asla böyle bir şey gelmezdi.”
Ainz, ihtiyarın sözlerine karşılık yanılsama yüzünü buruk bir gülümsemeyle değiştirdi.
Beni övdüklerini pek hissetmiyorum.
Ancak ihtiyarın bu sözleri iğneleyici veya küçümseyici bir tonda söylemediği açıktı.
Her neyse, benim düzeyimde birinin bile bulabileceği bir fikrin onların aklına hemen gelmemesinin sebebi belki de saflıklarındandır… Ama kertenkele adamlar tam da bu taktiği kullanmıştı… Hay aksi!
“Şehirde yaşamamdan ziyade, bu sadece benim sinsi biri olmamdan kaynaklanıyor.”
“Hayır, kesinlikle öyle değil. Diğerlerini kurtarmak için bir kısmı feda etmek— bu, sebze bahçelerinde ve başka yerlerde sıkça kullandığımız bir yöntemdir.”
Baş Eczacı söze girdi ve birkaç kişinin yüzünde şaşkınlık ifadeleri görüldü. Belki de normalde böyle bir yerde söz almazdı. Veya belki de hiç katılmazdı bile.
“Çok teşekkürler, geçici usta; ayrıca belirtmeyi unuttuğum önemli bir husus var. Sadece şunu hatırlamanızı istiyorum.” Oradaki herkesin dikkati tamamen Ainz’in üzerine odaklandıktan sonra devam etti.
“Nihayetinde bunun yalnızca benim önerim olduğunu unutmayın. Sadece tek bir görüş. Kararı verecek olan, zamana karşı yarışan sizlersiniz, zira sonrasında yaşanacak her şeyin sorumluluğunu taşıyacak olan da yine sizlersiniz.”
Mutlaka söylemesi gereken tek şey buydu. Sadece hatırlatmak için bile olsa bunu söylemeliydi.
Teklifi o yaptığı için sorumluluğu Ainz’e yıkarlarsa bu sıkıntı yaratırdı.
Seçilen o birkaç Kara Elf neredeyse kesinlikle ölecekti. Hayır, Elflere bir bahane sunabilmek için onların ölmesi bütün olarak daha iyiydi. Durum böyle olursa ölen Kara Elflerin hayatta kalan aileleri Ainz’e kin besleyebilirdi.
Bu yüzden, onlara bağımsız bir seçim yaptırmalıydı ki sonradan, “buna siz karar vermediniz mi?” diyebilsin.
Bana karşı yersiz bir kin besleyen insanlara bu laf geçmez ama o tür insanlarla dostane bir ilişki kurmaya da gerek yok. Punitto Moe-san da herkesi müttefik olarak kazanmanın imkânsız olduğunu söylemişti. Ama ya Aura ve Mare ile oynayan çocukların ebeveynleri gönderilirse, bu gelecekte başımıza biraz dert açabilir mi? Ancak bu konuya burnumu sokarsam sorun olur. Gerçi… ne olur ne olmaz, bunu sonra teyit ederim… Çalışmak için ne kadar az zamanımız olduğu düşünülürse, bu zor olacak…
Elbette, eğer Nazarick’in bir çıkarı olsaydı durum farklı olurdu. İşe karışır, daha sonra geri alınabilecek eşyaları ödünç verir ve hayatta kalmaları için çaba gösterirdi. Ancak bu Kara Elfler onun bu kadar ileri gitmesine değmezdi. Kaybetmekten pişmanlık duyacağı bir halk olmadıkları için hayatta kalmaları adına o kadar çaba göstermeye niyeti yoktu.
Buna ek bir fikir olarak, Slane Teokrasi’ye teslim olmayı önermek istemişti ama bu, Ainz’in ağzından çıkamazdı. Ne de olsa, teslim olmaları halinde hayatlarının bağışlanıp bağışlanmayacağına dair hiçbir fikri yoktu; ayrıca boyun eğmenin her zaman iyi sonuçlar doğurduğu da doğru değildi.
“Mükemmel bir görüştü,” dedi ihtiyar, bakışlarını Ainz’den alıp Kara Elflere çevirerek. “Bu konuda herhangi bir ters görüşü olan var mı?”
Hiçbir itiraz sesi yükselmedi.
Ainz’in önerisi büyük ölçüde kesinleşmişti; aslında, bu iş bitmiş gibiydi.
Oradan sonra, kaç kişi gönderileceği, kimlerin gönderileceği ve nereye kaçılacağı hakkındaki tartışma başladı.
Sonrasında birkaç köyle toplantı yapacakları için şu anda karar vermek fazla aceleci olabilirdi. Ancak bu konulara karar vermeyi o toplantıya kadar ertelemek de biraz fazla yavaş kalırdı.
Ainz o manzarayı karmaşık bir ruh hali içinde izledi.
Kendi görüşünün kabul edilmesiyle sosyal onaylanma ve öz saygı ihtiyacının karşılandığını hissetti ama bu, başarılı bir sunum yapmaktan doğan neşeye benzemiyordu. Belki de sebebi, bu kez aklında net bir amacının olmamasıydı.
Onları Nazarick’e fayda sağlayacak şekilde yönlendirmiyordu; sadece önerisi sorumluluk doğuruyordu. Yapabileceği tek şey derhal kaçmak ve sorumluluğu başkasının omuzlarına yüklemekti. Üstelik—zamanları zaten kısıtlıydı. Hemen ayrılmaları gerekiyordu.
“—Büyük bir kabalık ediyorum ama daha fazla burada bulunmamın bir anlamı yok gibi görünüyor ve artık beni bekleyen o çocukların yanına dönme vaktim geldi.”
İhtiyarların en yaşlısı, onları temsilen konuştu:
“Bu defa bizi gerçekten kurtardınız. Daha sonra, görüşümüzü birleştirip diğer köylere de sunmak istiyoruz.”
Ainz, ihtiyarın kendisine bu kadar hürmetkâr davranmasına gerek olmadığını düşünürken cevap verdi.
“Öyleyse, o esnada adımdan bahsetmemenizi rica etsem?”
“N-neden?”
“Bu fikrin, bu köyle ve bu ormanda yaşayan Kara Elflerle gerçek bir bağlantısı olmayan birinden çıktığını öğrenirlerse buna karşı çıkacak olanlar mutlaka olacaktır.”
Elbette gerçek niyeti farklıydı. Amacı, birinin kendisine kin besleme olasılığını bir nebze olsun düşürmekti.
“…Hayır, öyle bir şey olmaz. Ormanı terk etmiş olsalar da bunlar aynı ataları paylaştığımız bir Kara Elfin sözleri. Bunları hor görecek kimse çıkacağını sanmıyorum. Ancak… anlıyorum. Bu kısmını gizli tutalım.”
“Bunun için minnettarım. Şimdi… başlangıçta planladığımdan çok daha erken oldu ama artık bu köyden ayrılıp şehre dönme vaktimiz geldi.”
“Ne dediniz!?”
“Bunu size böyle aniden söylediğim için çok üzgünüm ama o çocukların başına bir şey gelirse ailelerine asla bunun hesabını veremem.”
“…Fior-dono’nun tetikte olmasının sebebi… insanların o kadar güçlü olması mı?”
Ainz bir anlığına şaşkına döndü ama kendileri kadar güçlü kişilerin köyü adeta kaçarcasına terk etmesinin Teokrasi’nin gücüyle bağlantılı olabileceğini düşündüklerini anladı.
“O konuda bir şey diyemem. Sıradan rakiplere karşı kazanacağımdan eminim ama insan ülkelerindeki tüm güçlü kişileri bilmeme imkân olmadığından ne olacağı meçhul. Çocukların başına bir şey gelme ihtimali ufacık bile olsa bunun korkunç olacağını düşünüyorum.”
İhtiyar anlayışla başını salladı.
“…Ayrılığımız üzücü olsa da eşyalarımızı toparlayıp yola çıkmak isterim.”
“Bu… en azından bir veda partisi… Daha hoş geldin partisi bile yapmamışken şimdi gidişiniz için de hiçbir şey yapmamak bizim adımıza bir utanç kaynağı.”
“Hiç de değil, buna gerek yok. Şu an bir olağanüstü hâl söz konusu. Bizim yüzümüzden köyün gelecekteki güvenliği tehlikeye atılmamalı.”
“Parti yapmak istiyorum” ve “Gerek yok” şeklindeki karşılıklı ısrarların ardından Ainz, onları ikna etme zaferini elde etti. “Bu bizim son ayrılığımız değil. Tekrar görüşebileceğimiz bir zamanın gelmesi için dua ediyorum.” Görüş alanının bir köşesinde Blueberry nedense tuhaf bir dans yapıyordu. Belki de partide çocuğunu Ainz’le tanıştırmayı planlıyordu?
“Pekâlâ,” dedi Ainz ve tam yürüyüp gidecekken bir ihtiyar onu durdurdu.
“Şey, Fior-dono. Aslında bunu etrafta kimse yokken konuşabileceğimizi düşünmüştüm; bu tamamen alakasız bir soru ama sormamda bir sakınca var mı?”
“Nedir?”
“Fior-dono hayatını biriyle birleştirdi mi?”
Ainz, ihtiyarın sorusu karşısında şaşkına dönmüştü.
“Eğer böyle biri yoksa bu köyden birini eş olarak almaya ne dersiniz?”
Bakışlarını üzerlerinde gezdirdiğinde, ona karşı olumsuz duygular yönelten tek bir Kara Elf bile yoktu. Aksine, Kara Elf kadınlarının gözlerinde beklenti dolu bakışlar vardı. Üstelik köyün iyiliği için feda ediliyor gibi de değillerdi, hatta ona sıcak gülümsemeler yöneltenler bile vardı.
Ainz kadınlar hakkında özellikle bilgili sayılmazdı. Aksine, onlar hakkında tek bir şeyi bile anlamıyordu. Ancak yine de kadınların yüzlerindeki gülümsemelerin sahte olmadığından emindi.
“H-hayır, reddediyorum. Şey… işin aslı, bana ilgiyle yaklaşan epey kadın var, anlarsınız ya. Bu gerçekten de büyük bir sorun. Haha…”
Beklenmedik bir yönden gelen saldırıyla sarsıldığından, konuşma tarzı biraz karışmıştı. Ancak ihtiyar bu durumu pek umursuyor gibi görünmüyordu.
“Eminim öyledir. Sizin gibi üstün yeteneklere sahip bir beyefendiye sevgi besleyecek pek çok hanımefendi olmalı.”
Görünüşe göre birinin diğerine olan çekimi, savaş yeteneği seviyesiyle değişiyordu; tıpkı insan toplumlarında olduğu gibiydi. Hayır, kadınların tavrına bakılırsa bu eğilim, etrafı tehlikelerle dolu böyle yerlerde daha güçlü olabilirdi. Ama kadınların az önceki bahanesini kabul etmiş gibi bir halleri vardı.
Bu muhtemelen söyleyeceği son şey olmalıydı.
“Size bırakacağım son sözler bunlar olacak ama eğer hepiniz… bu köyü terk edip benim yaşadığım şehre kaçmaya karar verirseniz size yardım etmekten memnuniyet duyarım. Böyle bir ihtiyaç doğarsa bana söylemekten çekinmeyin. Belki birkaç ay sonra olur ama bu köye geri dönmek istiyorum. O zamana kadar köyü terk etme kararına varmış gibi görünürseniz kaldığım ağacın önüne herkesin yerini gösteren bir harita gömmenizi rica edeceğim.”
“…Öyle bir şeyin olmaması için dua ediyorum ama o zaman gelirse size emanet olacağız.”
İhtiyar başını eğdi ve onunla birlikte oradaki tüm Kara Elfler de başlarını eğdiler.
Herkesin başını kaldırdığını gören Ainz, “Pekâlâ, ben müsaadenizi isteyeyim,” diye duyurdu, herkese bakıp başını eğdi. Son olarak, Baş Eczacı’ya doğru samimi ve derin bir selam verdi.
Ve sonra Ainz yürüyüp gitti. Kimse onu durdurmadı—tabii, zaten öyle bir şey olmayacağını düşünmüştü—Ainz, onların görüş alanından çıkana kadar yürüdü.
Aura ve Mare’nin siluetleri oradaydı. Amca performansı artık sona ermişti. Tavırları Kat Muhafızlarının tavırlarıydı. Dahası, Aura son derece temkinli görünüyordu; gözlerini hızla Ainz’in tüm vücudunda gezdirdi.
“Ainz-sama… Güvenle döndüğünüze sevindim. Ancak size bir şey yaptılar mı? Ainz-sama oradan ayrılmadan hemen önce, o tarafta alışılmadık bir hava oluşmuştu. Yaylarına ok takmış avcılarınkine benzer bir havaydı.”
Aklına tek bir şey geldi.
“Ah, o sadece bana yaptıkları biraz can sıkıcı bir teklifti. Muhtemelen hanımefendiler tarafından bana yöneltilmişti. Bununla birlikte, iyiyim. Onları layıkıyla atlattım.”
“Ö-öyle mi? Ainz-sama bize doğru yürürken bile o histen biraz kalmıştı. Hayır, hatta daha da güçlendiğini hissettim.”
Ainz kaşlarını çattı. Kadınların bahanesini kabul ettiğini sanmıştı ama belki de bu doğru değildi? Her halükârda Ainz bu konuda ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Üstelik zaten eve dönüyorlardı, bu yüzden muhtemelen seçtiği yöntemden daha iyi bir çözüm yolu yoktu.
“Normalde bunu önceden sorardım ama şu anda bizi gözetleyen biri var mı?”
“Sorun yok. Kimse yok,” diye cevapladı Aura.
Durum buysa kesinlikle bir sorun yoktu. Hayır, Aura bunu zaten biliyordu ve bu yüzden daha karşılaşır karşılaşmaz o soruyu sormuştu.
“—Şimdi, sorun olmadığına göre, ne konuştuğumuzu dinliyor muydunuz?”
“Evet, Ainz-sama. İçeriği Mare’ye açıklamayı bitirdim bile.”
Burada konuşmaktansa geçici konaklama yerlerine dönüp orada konuşmak daha iyi olurdu. Ancak ikili, Ainz’in gözden kaçırdığı bir şeyi fark etmiş olabilirdi. Duruma göre, biraz utanç verici olsa da oraya geri dönüp toplantıya bir kez daha katılmak daha iyi olabilirdi. Bu nedenle, tehlikenin farkında olarak burada konuşmaları gerekiyordu.
“Bu durumda, bu konuda herhangi bir fikriniz yok muydu? Dürüst görüşlerinizi duymak istiyorum.”
İkisi birbirine baktı.
“Özellikle endişe verici bir nokta yoktu. Bence Ainz-sama’nın önerisi mükemmeldi.”
“E-evet. Ablamın anlattıklarına göre, ıı, ımm, ben de öyle düşünüyorum.”
Hım? Oynadıkları çocukların ebeveynlerinin savaş alanına—ölmeye—gönderilebileceğini fark etmemiş olabilirler mi? Yoksa fark ettiler de benim önerim olduğu için mi itiraz edemiyorlar?
Eğer ilkiyse bu, ikisini de üzebilir ve zar zor kurdukları dostlukları zedeleyebilirdi. Muhtemelen onlara bu konuyu biraz daha sormalıydı.
“Biliyorsunuz, ikinizin oynadığı çocukların ebeveynleri gönderilebilir?”
İkisinin de yüzünde meraklı bir ifade vardı. Birbirlerine bir kez daha baktıktan sonra bakışlarını tekrar Ainz’e çevirdiler. Onları temsilen konuşan Aura oldu.
“—Evet, doğru. Bunda yanlış olan bir şey mi var?” Yüzündeki ifade, bunu içtenlikle merak ettiğini gösteriyordu. “Kötü bir şey mi var bunda?”
“…Hayır, hiçbir şey yok.”
Onlara nasıl böyle bir ifade takınabildiklerini soramadı.
Tek düşünebildiği, sonuçta ortada bir dostluğun doğmamış olduğuydu.
Yoksa… tıpkı benim arkadaşlarımın gerçek dünyaya öncelik vermesi gibi, bu ikisi de Nazarick’e mi öncelik veriyor… Eğer öyleyse, benim yapmam gereken doğru şey ne?
Ainz ne yapacağından emin olamazken Aura, uzaktaki sesleri daha iyi duymaya çalışır gibi elini kulağının arkasına götürdü. Belki de orada önemli bir konu ortaya çıkmıştı. Ainz, Aura’ya engel olmamak için sessiz kaldı.
“—Ainz-sama. Görünüşe göre orada konu Ainz-sama’ya geldi.”
“Ne tür şeyler konuştuklarını bana dinletebilir misin?”
“Evet. Genel olarak şöyle şeyler söylüyorlar.”
Aura ses tonunu hafifçe değiştirdi—pek iyi beceremese de—ve Ainz’in dinlemesini sağladı.
“Bunun onun önerisi olduğunu neden sır olarak saklamaya karar verdiniz?”
“Çünkü yaşadığı ülke, insan ülkesine yakın. Eğer insan ülkesi gerçeği, yani bu görüşü burada belirttiğini öğrenirse bu gelecekte onun için sorun yaratabilir, değil mi?”
“Bu ihtimalin gerçekleşebileceğini mi düşünüyor ihtiyar?”
“Bilmiyorum. Ancak… ona sorun çıkarabilecek bir şeyin yaşanmamasını sağlamamız gerekmez mi?”
“—Diğer tüm köylüler de bunu kabul etti ve sır olarak saklamaya karar verdi.”
“Anlıyorum. Teşekkürler, Aura.”
“Şey, ımm, Ainz-sama’nın onları bu karara yönlendirdiği gerçeği, ıı, sızdırılmaz, değil mi?”
Onları bu karara yönlendirdiğine dair özel bir anısı yoktu ve Mare’ye neden böyle düşündüğünü sormak istedi. Ainz’in tek yaptığı bir öneride bulunmaktı ama bundan daha önemlisi şuydu:
“Zihin Kontrolü büyüsü var olduğu sürece, bilgi sızıntılarını tamamen önlemek istiyorsak onları öldürmek gerekecektir…”
“Onları öldürecek miyiz?”
“Hayır, yapmayacağız. Bunu yapmanın bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Hayır, şöyle mi demeliyim? Teokrasi’nin bunu öğrenmesinin bir zararı yok çünkü Teokrasi neredeyse düşman bir ulus. Onlarla bağlarımı özellikle derinleştirmek gibi bir niyetim yok ve düşmanının düşmanını desteklemek de gayet mantıklı bir hareket… Hayır, bunun kendisinin bir faydası var. Sahte bir görünümüm ve adım vardı. Teokrasi’nin çabalarını boş yere harcamasını sağlamış oluruz.”
Ainz, ikizlerin tavırlarına gizlice bir göz attı.
“…Ancak… yazık oldu sanırım. Eğer Teokrasi bu köye doğrudan saldırsaydı bundan gerçekten çok daha fazla fayda sağlayabilirdik.”
İkizler birbirlerine bakıp meraklı bir ifade takındıktan sonra Mare bir soru ortaya attı.
“Şey, ımm, Ainz-sama? Neden köye saldırmalarını sağlamadınız? Ah, ıı, Teokrasi’nin askerlerini, ıı, ımm, Kara Elflerin kılığına girerek öldürmeli ve onları bu yöne çekmeliydik, değil mi?”
Kesinlikle haklıydı.
Nazarick’in çıkarlarının o şekilde hareket ederek daha fazla olacağını Ainz bile anlıyordu. MPK’lere sebep olarak bunu başarmak zor olmazdı. Buna rağmen, bunu yapmamalarının sebebi—
—Çünkü istemedim.
[çevirmen notu: MPK = Monster Player Kill, canavarları oyuncuların üzerine çekerek öldürtme.]
Bu köydeki hayat beklenmedik şekilde eğlenceliydi. Böyle bir köyü kendi elleriyle ateşe vermek, nedendir bilinmez, ona nahoş gelmişti.
Bu çok doğal bir histi. Kimse istemediği bir şeyi yapmak istemezdi. Ancak bu, Nazarick Büyük Yeraltı Mezarlığı’nın mutlak hükümdarı için kesinlikle affedilemez bir bahaneydi. Bir organizasyonun başındaki kişi, organizasyonun çıkarlarına öncelik vermeliydi. Buna rağmen o, kendi hislerine öncelik vermişti.
Bu bir anlamda Nazarick’e ihanet bile sayılabilirdi.
Demek onlara arkadaş edinmelerini söyledim ama en çok eğlenen ben oldum. Sonuç bu mu oldu yani?
Gelecekte bu tür şeylerin tekrar yaşanmasını önlemek için dikkatli olmazsa kötü olurdu.
Ainz, Nazarick Büyük Yeraltı Mezarlığı’nın çıkarlarını önceliği olarak görüp düşünmeli ve hareket etmeliydi.
Bu onun geriye kalan tek Lonca Lideri olarak görevi ve NPC’lerin lideri olarak rolüydü.
Kalbinden buna yemin ederken Mare’nin sorusuna nasıl cevap vereceğini bilemedi. Muhtemelen dürüstçe saf davrandığı için özür dilemeliydi.
“…Doğru. Bunu ben de düşündüm. Nazarick’e fayda sağlamak için yapmam gereken buydu. Ama buna rağmen, safça davrandığım için yapamadım… Bu, Nazarick’in hükümdarı olarak bana yakışmadı. Böyle bir şeyin bir daha asla yaşanmaması için gayret göstereceğim.”
İkisinin de gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
“Şey, h-hayır… Ö-öyle bir şey değil.”
“Doğru! Ainz-sama’nın yaptığı her şey doğrudur!”
İkisi onu teselli ederken ödünç aldıkları Elf Ağacı’na varmışlardı. Orada bıraktıkları eşyaları topladıklarında geri çekilme hazırlıkları tamamlanmış olacaktı.
Başlangıçta neredeyse hiç eşyaları olmadığından işlerini hemen bitirip eşyalarını dışarı taşıdılar.
Tam o sırada Aura yüzünü kaldırdı. Ainz onun bakışlarını takip ettiğinde Baş Eczacı’nın onlara doğru koştuğunu gördü.
Hemen Ainz’in grubunun önüne vardı.
Baş Eczacı hafifçe soluk soluğaydı. Bir eczacı olarak yüksek yeteneklere sahipti, bu yüzden orta seviyeli bir varlık olarak kabul edilebilirdi ama fiziksel stat’ları (nitelikleri) düşüktü. Hangi Class’ı (Sınıf) aldığı belli değildi ama muhtemelen bir Arkan büyü kullanıcısı gibi Ability Score’larını (Yetenek Puanları) yükseltiyordu.
Onlara bir hediye vermeye gelmiş gibi bir hali de yoktu. Şüphesiz, toplantı yerinden doğruca buraya gelmişti. Belki de veda etmeye gelmişti?
“Sorun nedir? Size doğrudan veda edemediğim için özür dilerim—”
“—Hayır, geçici çırağıma son bir hediye vereyim dedim. Kadınlardan birkaçı sizinle şehre gitmeye çalışıyor. Biliyorum çünkü kendi evlerine doğru koşturduklarını gördüm. Eğer gerçekten bununla uğraşmak istemiyorsanız acele edip köyden çıksanız iyi olur.”
“Ne?”
“‘Ne?’ de ne demek? Muhtemelen sırtınızdan geçinme niyetleri yok ama bilinmez bir yere atılırken güvenebilecekleri tek kişi olan sizden yardım dilenecekler, bu da muhtemelen aranızdaki mesafeyi yavaşça kapatmak için bir taktik. Bu arada, eğer onlara destek olabilirseniz, bizim düşünce tarzımıza göre poligami (çok eşlilik) ya da poliandri (çok kocalılık) pek sorun değil. Muhtemelen sizi aracı olarak kullanarak ayrılmış kabilelerimizi yeniden birleştirmenin fena olmayacağını düşünüyorlar. Ve eğer diğer kabileler de bunu öğrenirse, eh… Ben sizin tarafınızdayım, yani… ne demeye çalıştığımı anlıyorsunuz, değil mi?”
Bu kötüydü.
Eğer vücuduna temas ederlerse gerçek formu ortaya çıkacaktı. Kadınların bu tür hamleler yapmayacağını garanti edemezdi.
Elfler namevtleri düşman olarak görürdü. Bu, Kara Elfler için de aynıydı.
Ainz, Kara Elfleri tamamen kazanana kadar gerçek formunu öğrenmelerine izin veremezdi. Kara Elfleri yönetimi altına almayı hesaba kattığında, öncü grubun kadınlarına kesinlikle zarar veremezdi.
“Ne? İşlerin bu noktaya geleceğini hayal bile etmedin mi? Bu kadarını bile mi? Hadi ama, ciddi misin? Senin gibi kıvrak zekâlı biri? Belki de bunun olabileceğini düşündün ama bu kadar çabuk harekete geçeceklerini beklemiyordun, falan mı? …Aman, neyse. Seni uyarmaya geldiğim için minnettar ol, tamam mı?”
Ainz’in alabileceği tek bir önlem vardı—
“…Gidiyoruz, ikiniz! Küçük bir koşuya çıkıyoruz! Pekâlâ, geçici usta.”
—o da sadece kaçmaktı.
Vedasını zar zor bitirdikten sonra üçü, Baş Eczacı’nın yanından süzülüp koşarak uzaklaştılar.
Hemen ormana girdiler ama durmadılar. Doğal olarak, artık takip edilemeyeceklerine inandıkları bir noktaya gelene kadar koştular ve sonunda durdular.
“…Sorun yok. Hiç takipçi izi yok. O hâlde, buradan Nazarick’e mi dönüyoruz?”
Yüzünde bir rahatlama ifadesi beliren Ainz, Aura’nın sorusuna genişçe sırıttı. Tabii ki gerçek ifadesi bir milim bile oynamamıştı, daha doğrusu yanılsamasını kontrol bile etmiyordu.
“Bunu yapmayacağız. Nazarick’e dönmek, birlikleri toplamak ve harekete geçmek kötü bir fikir değil ama bu mükemmel fırsatı boşa harcamak istemiyorum. Biz üçümüz—seçkin bir azınlık olarak—geçmişte Punitto Moe-san’ın bana öğrettiği stratejiyi uygulayacağız.”
“B-bu da ne olabilir acaba?”
diye sordu Mare, gözleri parlarken. Ainz biraz mutlu olmuştu. Eğer Mare burada kayıtsız bir tavır takınsaydı hevesi kaçardı.
Ainz gururla cevap verdi.
“Tam olarak söylemek gerekirse biraz farklı ama—biz kill stealing (bir başkasının zayıflattığı düşmana son vuruş yaparak ganimetini çalma) yapacağız.”
